Bodrum maceralarımı anlatmaya devam ediyorum. Bugün yaptığım önemli işlerden biri olarak gördüğüm çocuk parkı boyama maceramı anlatıcam. Hadi öyleyse.

Otelde işi kapalı nerdeyse iki hafta olmuştu. Ancak ben hâlâ erken kalkmaya alışamamıştım. Çünkü gece geç saatlere kadar çalışıyorduk. Ve 6-7 saat uyumak az geliyordu. Bu saatin ilerde daha da aşağılara düşeceğinden habersiz kendi aramızda birbirimize az uyuduğumuzdan yakınıyorduk. 

Yine uykumuzu alamadığımız günlerden biriydi. Sabah toplantısında bütün ekip bir araya geldik. Yapılacak işler sıralandı ve paylaşıldı. Ben ve bir arkadaşım çocuk parkını boyayacaktık. Ancak sabah ilk iş olarak değil tabi. Öğleden sonra. Çünkü öğlene kadar misafirlerle ilgileniyorduk. Onlara oyunlar oynattırıyor ve hakemler de biz oluyorduk.


Neyse efendim. Parkı boyayacağımız vakit geldi. Arkadaşım gitmiş teknik servis departmanından iki kova boya ve bir kova tiner kapmış. Aldık fırçaları elimize. Hurra. Tişörtleri ve ayakkabıları çıkardık leke olmasın diye. Yalın ayak, yarı çıplak park boyuyoruz. Direkleri, salıncakları, diğer oyuncakları. Hepsini bi güzel boyadık. Ama nasıl boyadık bi de bize sorun. Ellerimiz, ayaklarımız, suratımız boya içinde. Bi de yağlı boya olmasın mı bu? Hani şu "Değmesin yağlı boyaaa." dediklerinden. Günlerce boyalı boyalı gezdik. Şimdi boyadığımız parkın fotoğrafını ekledim. Çok boyanacak bir şey yokmuş diyeceksiniz. Evet, haklısınız, ancak direkler ve demirler adam gibi boya tutmadığı için tekrar tekrar yani kat kat boyadık. Boyarken üstümüzü başımızı batırmayı da ihmal etmedik. Keşke o hallerimizin fotoğrafı olsaydı. Ancak telefon taşımayı yasaklamışlardı bize. Adam gibi iş yapmıyormuşuz sonra. O yüzden hiç fotoğraflayamadık o güzelim anları. 

İşte bu da o gün boyadığımız park.

Söz üstüne söz söyle

Daha yeni Daha eski